Sultan Karakaşoğlu / SÜRÇÜLİSAN ETTİYSEK AFFOLA

8 Mart'ın Ardından

Sultan Karakaşoğlu / SÜRÇÜLİSAN ETTİYSEK AFFOLA

  • 490

 

Sadece iş yerlerinde çalışan kadınlar değil, çalışmayan kadınlar için de kreş hizmeti ücretsiz olmalı ve anneliğe bu kadar vurgu yapılan bir toplumda, kariyer ve çocuk yetiştirebilmeyi dengeleyen bir sistem inşa edilmeli…

8 Mart Dünya Kadınlar Günü”nü arkamızda bıraktık. Politik bağlamından koparılarak, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” yerine sadece “Kadınlar Günü” olarak adlandırılması, eleştiriye de neden oluyor. Aslında, bir feminist olarak buna katılıyorum, ancak kadınların görünmez emeği konusunu ele alırsak, o zaman işçi olmayan ya da iş yerlerinde çalışmayan kadınları kapsamıyormuş gibi geliyor, keza büyük oranda kadınların emekçi olduğunu düşünüyorum ve “ev hanımlığı” gibi saçma bir kategoride tanımlanarak kimi zaman da aşağılanan kadınları bu günün dışında bırakmamak gerektiğini düşünüyorum.

Evde yeniden üretimi sağlayan yemek, temizlik, çocuk bakımı, belki ona eşlik eden hasta ya da yaşlı bakımı gibi normal koşullarda ücretli olarak yapılabilecek işler daha çok kadınların omzuna biniyor ki, tüm bunların yanında bir de ücretli bir işte çalışan kadınların durumu en vahimi gibi… Ancak kimse, iş yaptığı için değil ücret vermek, kadınların hakkını bile teslim etmiyor. Temizlik ve bakım işleri, sanki kadınların eli, gözü, kulağı gibi bir uzvu olarak görülüyor. Biyolojik olarak değil, “toplumsal cinsiyet” dediğimiz kadınlık kimliğiyle eşleştiriliyor. Oysa sayılan tüm iş kolları profesyonel olarak da yapılıyor ve hiç de ucuz değil… Yani her gün dışarından yemek yediğinizi, eve temizlikçi geldiğini ya da çocuğunuz için bakıcı çalıştırdığınızda ödeyeceğiniz hayli yüksek meblağ, evde kadınlar tarafından mecburi bir görev olarak sürdürülüyor.

Protesto mu, çiçek verme günü mü?

8 Mart, bazı ülkelerde resmi tatil, bazı ülkelerde görmezden geliniyor ve bazı ülkelerde de protesto günü olarak anılıyor. Aslında, günü tanımlarken, feministler “Kadınlar Günü” diyerek, içinin boşaltılması ve sanki sadece biyolojik olarak kadın doğmanın kutlandığı bir gün hâline gelmesini de eleştiriyorlar. Normal günlerde toplumsal cinsiyet ayrımcılığı yapan, toplumsal cinsiyet eşitliğini temel almayan kurum ve kişiler bile, artık moda ve reklam hâline gelen bu günde, çiçek verip, “Kutlu olsun” diyebiliyor. Feministler, “Bakın, aslında bugün bir anma ve protesto günü” diyerek, kadınların sorunlarını, taleplerini ve yıllardır bir türlü çözülemeyen durumları işaret ediyorlar.

Topyekun değişim

Türkiye’de hâlâ kadına şiddet, namus ve nefret cinayetleri çözülemedi. Ne mevcut yönetim anlayışları ne de yaptırımlar bir türlü caydırıcı olamıyor, elimizde buna yanıt verecek İstanbul Sözleşmesi ise umutla seçim sonrasını bekliyor.

Aslında, kadın, erkek veya LGBTİ+ olarak iş güvenliğimiz, maaşlarımız, emekliliğimiz de ortada… Kapitalist sistem içinde buna karşı durabilmenin tek yolu da örgütlenmek. Çünkü aslında bu sorunları çözmenin yolu, topyekun bir kavrama biçimi ve değişimi gerektiriyor.

Kendi alanım olan basın sektöründen kazanım örneği verirsem, bazı ulusal “muhalif” gazeteler sendikal dayanışma sayesinde, çalışan kadın gazeteciler için regl izni, süt izni, doğum izni gibi konularda olumlu adımlar atarak, toplu iş sözleşmesine imza attı.

Bence sadece dışarıda çalışan kadınlar değil, çalışmayan kadınlar için de kreş hizmeti ücretsiz olmalı ve anneliğe bu kadar vurgu yapılan bir toplumda, kariyer ve çocuk yetiştirebilmeyi dengeleyen bir sistem inşa edilmeli.

Feminizm, sadece “bir grup öfkeli kadın” değildir

Aslında bir yapbozun parçaları gibi her şey birbiriyle bağlantılı, kadın hakları, çocuk hakları, mülteci hakları, nihayetinde insan hakları… Ancak bunlar tartışılırken işin içine “feminizm” ya da “feminist” sözcüğü girer girmez bir duraksama ya da yüzü ekşitme söz konusu ki, bu da feminizmi sadece bir grup öfkeli kadın zannetmekten, bilmemekten, okumamaktan ileri geliyor.

Belki, bazı sorunların dillendirilmesinde, ortaya konmasında dilin ve tavrın önemi çok büyük, belki bazı noktalarda kendimizi ifade ederken, bizim de tahammül gösteremediğimiz, bıktığımız, öfkemize yenik düştüğümüz zamanlar oluyor. Ancak, bir şeyi eleştirmek için de o şeyi bilmek gerekiyor. Dahası feminizmin bir kadın sorunu değil, toplumsal bir mesele olduğunu kavramak elzem.

Bütüncül bir anlayış

Kadın hareketinin içinde olanlar, feminizmin kuramsal olarak birinci, ikinci, üçüncü dalga olarak belirlendiğini ve şu anda bambaşka bir hatta ilerlediğini bilirler. Bugün ülkemizde bilinmeyen ya da eleştirilere önyargı oluşturan, daha çok ikinci dalga feminizm anlayışının yansımaları aslında…

Bana göre toplumsal bir mesele olan kadın sorunlarını çözebilmenin yolu feminizm değilse de, feminist bir bakış açısıyla mümkün olabilir. Feminizm, sadece kadınların eşit işe eşit ücret talebi ya da kadına şiddete karşı mücadele değil, sendikal haklardan ekonomiye, siyasetten hukuka, çevre konusundan “nasıl bir toplum ve dünya” sorusuna kadar her şeyi içine alan bütünlüklü bir teori ve pratik olarak düşünülebilir.

Kadın sorununu kadınlar konuşsun

Zarafet her zaman güzeldir, çiçek vermek de, moda da olsa kutlamak da… (Keşke başka günler de moda olsa) Ancak, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, bugün çiçek alıp, yarın şiddetle, ayrımcılıkla karşılaşacak kadınlar için çok da anlam ifade etmiyor. Hele hele bu konuda yapılan etkinliklerde sadece erkeklerin konuşması gülünç oluyor. Bırakın da, yılın tek gününde sorunlarını ve taleplerini kadınlar anlatsın. Kadın sorununu konuşmak üzere “uzman” erkeler ya da siyasi partilerin erkek temsilcileri ya da söz konusu partilerin uzantısı olan kadınlar değil, bu alanda çalışma yapan kadınlar ve “sıradan kadınlar” konuşsun. Malum, insan kendine ilişkin daha fazla bilgi ve deneyime sahiptir.

Bu konuda bir kitap önerim var, Bell Hooks’un meşhur kitabı “Feminizm Herkes İçindir” Kitap, bu konudaki kafa karışıklığına ve feminizmin aslında ne olduğu ya da olabileceği konusuna kafa yoran, kolay okunası bir kitap.

Türkiye’deki ilk 8 Mart

Ülkemizde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, ilk kez o yıllardaki TKP (Türkiye Komünist Partisi)’li Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova’nın girişimiyle 1921 yılında gerçekleşti. (Nitekim burada uzun uzun yazmayacağım ama dünyada da kadınların politik faaliyetleri üzerinden gelişti). Sonraki dönemlerde kesintiye uğrayan, yasaklanan bu anma, 1975 yılında Birleşmiş Milletler Kadın On Yılı” ilan edilmesiyle resmiyet kazandı. Türkiye de bu kapsamda yer aldığı için dâhil oldu ve “Kadın Yılı Kongresi” yapıldı. 12 Eylül Darbesi’nden sonra yeniden engellenen 8 Mart, 1984 yılından beri anılmaya devam ediyor.

“Geceleri de, sokakları da, meydanları da…”

2003 yılından itibaren, bu kutlamalara “Gece Yürüyüşleri” de eklendi ve pek çok şehirde kadınlar gece eylemleri yaptılar. 2019 yılında polis, İstiklal Caddesi’nde toplanan binlerce kişinin yürüyüş yapmasını engelledi. Buna rağmen protesto eden kadınların gaz ve plastik mermi ile dağıtılması basında ve sosyal medyada yankı buldu. Kadınlar ünlü sloganları, “Geceleri de, sokakları da, meydanları da terk etmeyeceğiz” diyerek, gece yürüyüşlerine hâlâ devam ediyorlar.

Yazımı, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diyerek bitirmek istiyorum…

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları