PSİKOLOG SAADET ELEVLİ

DEPREM VE SONRASI…

PSİKOLOG SAADET ELEVLİ

  • 1079

Hayat bilgisi dersinde bize öğretmenimiz felaketlerin, insan eliyle yapılan felaketler ve doğal felaketler olmak üzere iki türü olduğunu, depremlerin doğal felaketler olduğunu öğretmişti. Büyüdüğümde depremlerin doğal felaketler mi yoksa insan eliyle yapılan felaketler mi olduğu konusunda kafam karıştı. Her deprem sonrası kafam daha çok karışıyor…  Deprem mi ayırır bizi sevdiklerimizden, insan eli mi koparır bizi birbirimizden…
Depremler ülkesi Japonya, 11 Mart 2011 tarihinde 8.9 büyüklüğündeki sarsıntı ile dünya tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşamıştır. Büyük depremi takiben çıkan tsunami, yol açtığı yıkımla tüm  dünyayı dehşete sürüklemiştir. Japon Başbakanı’nın 11 Nisan’da yaptığı açıklamaya göre, Tohoku bölgesinin 32 km doğusunda meydana gelen ve yaklaşıl 6 dakika süren Büyük Doğu Japonya Depreminde 13.000’den fazla kişi hayatını kaybetmiş, 14.000’in üzerinde kişi kaybolmuş ve yaklaşık 150.000 kişi de tahliye edilerek merkezlerde yaşamak zorunda kalmıştır. Deprem Japonya’nın başkenti Tokyo’da da şiddetli hissedilmesine rağmen, kuzey Urayasu dışındaki yerleşim alanlarında çok büyük zarara sebebiyet vermemiştir. Felaketteki can kayıplarının büyük çoğunluğu deprem etkisinden değil, tsunaminin yol açtığı su baskınlarından dolayı gerçekleşmiştir. 
Bu felaketin başka toplumlar için şaşırtıcı yanı ise, Japon halkının tepkisidir. Japonların, olanları büyük bir tevekkülle kabullenmeleri, uygar ve düzenli bir biçimde kendilerine sunulan yardım hizmetlerinden yararlanmaları, başkalarının haklarına saygı gösteren paylaşımcı davranışları ve kayıpları için sessizce matem tutmaları, dünyada benzer durumlara verilen tepkilerden çok farklıdır. Bir felaket anında, kendisi de mağdur durumdayken, başkalarının gereksinimine önem verme, Japoncada ‘’mono no aware’’ olarak adlandırılır. Bu tutum, Japonların yapılacak bir şey olmadığında, onu olduğu gibi kabullenmenin gerekliliğine ve yaşamda hiçbir şeyin kalıcı olmadığına dair sahip oldukları toplum bilincine dayanır.
Batı değerlerinde insanın temel hedefi, acı ve sıkıntı verici deneyimlerden olabildiğince uzaklaşarak, haz verici deneyimlere yönelmektir. Bu algı kişiyi, gerçekliği yadsımak için çılgınca bir çabaya sürüklemektedir. Japon değer sistemine göre, değiştirilemez olana direnmek ve insan ömrü gibi geçici olanı kalıcı kılmaya çalışmak, acı çekmekten başka bir sonuç vermez. Bu tutum, gerçekliği bilinçsizce reddetmek değil, tam tersine, gerçeği olduğu gibi kabullenip, onu en iyi biçimde yaşanılır hale getirmek için çaba sarf etmek demektir.
Bir Japon Ruhsal iyileşme Metodu Olarak ‘Morita Terapisi’, Japonların yaşam felsefesini yansıtan ve bugün Batı tıp dünyasında da giderek önem kazanan,  bir Japon ruhsal tedavi yöntemidir. Morita terapisi, 20. yüzyılın ilk yarısında, Tokyo Jikei Üniversitesi Psikiyatri Bölüm Başkanı Dr. Shoma Morita (1874-1938) tarafından geliştirilmiş bir tedavi yöntemidir. Dr. Morita’nın, Japonya’da terapi prensiplerini oluşturduğu dönemde, Avrupa’da da Dr. Sigmund Freud, bilinçaltını tanımlamıştır. Dr. Morita, bu metodu başlangıçta, Japonca “Shinkeishitsu” adı verilen anksiyete nevrozunun tedavisi amacıyla geliştirmiş, zamanla bu yöntem pek çok ruhsal yakınmada kullanılmaya başlanmıştır. Dr. Morita, duyguların değiştirilemez doğal süreçler olduğunu söyler. Onları değiştirmeye çalışmak, yalnızca daha fazla derinleşmelerine yol açar. Yapılması gereken, duyguları olduğu gibi kabul etmek (arugamama) ve yapılması zorunlu ne varsa, duygulara rağmen yapmaktır. Bu durum, duyguların da zamanla değişmesine yardımcı olur. Örneğin, utanmaya rağmen topluluk önünde sunum yapmak, birkaç kereden sonra giderek bu duygunun aşılmasını sağlayacaktır. Dr. Morita, karakteri belirleyenin duygular değil, davranışlar olduğunu bildirir.
Morita terapisinde ilk adım, duyguların farkına varmak ve bu duygulara yol açan koşulların değiştirilebilir olup olmadığını anlamaktır. Değiştirilebilir koşulları değiştirip, değiştirilemeyecek olanları kabul etmek gerekir. Bu ise ancak, yaşanan ana ciddi bir odaklanma ve yapılması gerekenleri yapmakla olasıdır. Olumsuz duygulara odaklanarak bencilce geri çekilmek yerine sorumlulukların üstlenilmesi gerekir. Morita terapisi, yaşamsal zorluklar karşısında verilen sıkıntı tepkilerine, depresyon, panik atak, bağımlılık gibi tanılar koyarak, önce bu duygusal durumları düzeltip sonra davranışların değişmesini bekleyen Batı psikolojisi yaklaşımından farklıdır. Morita terapisi, kişiyi en hızlı biçimde kendi dar dünyasından çıkıp, yaşamın içinde yer almaya çağırır. 
Deprem ülkesi Japonya’dan ve Japon toplum bilincinden öğrenecek ne çok şeyimiz var… 1999 depremini yaşamış biri olarak, aradan geçen yirmi üç yıllık süreçte ne öğrendik, nasıl bir toplum bilinci kazandık… Deprem mi ayırır bizi sevdiklerimizden, yoksa insan eli mi koparır bizi birbirimizden… Belki deprem sonrası kayıplarımızın sadece doğal bir felaket sonucu olduğuna ikna olabilsek, çok daha kolay kabul duygusuna geçebileceğiz. Ancak bir yanımız biliyor ki, insan elinin izi var… 
Geçmiş olsun güzel ülkem… Umuyorum, bu son olsun…

Yazarın Diğer Yazıları