Afi Can

Coşku, Ülkü, Tutku

Afi Can

  • 655

Başkaldıran insandan boyun eğen insana nasıl geçilir. Ya da tam tersine…
Sindirme, korku ya da coşku ile geçilir.
Denklem basittir. Ülkeler içinde kurumlar içinde insanlar içinde durum böyledir. Bir şeyi gereğinden daha az zahmet ve maliyet ile elde etme arzusunun tetiklediği bir şeydir bu.  
“Kavrayış yokluğu kararsız zihinlere tecavüz eder.”
Hayatımızda ki anlam yüklediğimiz kelimelerin yaşamlarımızın seyirleri üzerinde ki etkilerini turnusol kâğıdı benzeri bir yöntem ile ortaya dökme imkânımız olsaydı kendimize şaşacağımız sonuçlar elde etmemiz en olası seçenek olurdu.
Bunu niçin söylüyorum.
Bin yıllar boyu ve sayısız Türk devletinde resmi törenleri coşku ile karşıladık, tutku ile sarıldık, ülkü olarak benimsedik, peki uygulayabildik mi?  Kavramların içini olduğu gibi mi? Yoksa olması gerektiği gibi mi doldurduk? Gelin birlikte bakalım.
Cumhuriyeti din düşmanlığı olarak kavrayan birçok insan bulunmakta… Bu durum çağdaş eğitimin kendini tam ve doğru olarak ifade edememesinden kaynaklanmıyor. Alternatif eğitim sistemi olarak çocuklarımıza sunduğumuz kuran kurslarından kaynaklanıyor. Ülkemizde, eski medreseler ile pratikte benzerliği olan ama resmiyette olmayan kuran kursu adında bir eğitim sistemi mevcut. Medrese mantığına bürünen bu kuran kursları ufuk çizgisini karıştırıyor.  Çocuklar o çağlarında paralel iki evrende yaşamaktalar. Ufacık bedenlerinden bu hassas konuları tam olarak kanıksamaları beklenmektedir.   Daha o yaşlarda aile büyüklerinin, çevrelerinin muazzam etkileri ile yollarını tayin etme mecburiyetine tabi tutulmaktalar. Bu birbirine zıt iki eğitim sistemi onların temiz ve şık bünyelerine çoğu zaman ağır gelmekte. Ve bu yüzden kısa süre de öğrenmeden ziyade inanmanın daha az zahmetli ve sorumluluk gerektirmeyen bir şey olduğuna karar veriyorlar.  Dışlanmasını engelleyecek birkaç kelime ile âmin, şükür, kader kelimelerini hayatlarının merkezine aldıklarında hayatlarının daha kolaylaştığını idrak ediveriyorlar. Düşünmek hele hele düşünce geliştirmek ve bunu belirli normlarla yetişmiş büyüklerine ve akranlarına kabul ettirmekte olağan üstü zorluklar çeken çocuklar hemencecik vazgeçmekte kendi düşüncelerinden, birden olmasa da zamanla bir kenara iterek toplumun genel kanısının kucağına kendini bırakmaktalar. Anlayamadıkları inançlarını maske olarak kullanmaya meyilli olmaları bu yüzdendir. Seküler ve muhafazakâr yaşam biçimleri tarih boyunca aynı ağırlıkta söz sahibi hiçbir toplumda olmamıştır. İkisinden biri mutlak suretle baskın olmak diğerinin gösterdiği yoldan ilerlemek durumunda kalmıştır. Laiklik bu açıdan mühimdir ama komünizm gibi uygulanabilirliği zayıftır. Anlam kargaşalarının yanında toplumsal suiistimalden doğan kaoslara daha çok müsaittir. Laiklik bir çeşit komünizm gibidir. İnancı ve düşünceyi eşit tutma gibi beyhude bir gayret içerisindedir. Atatürk’te bu toplumsal kurgunun uzun süre hayatta kalamayacağının dayanıksızlığının farkındaydı. Niyet okuyuculuğuna kalkışmayan Atatürk, cumhuriyet anlayışının toplumun tüm katmanlarına hızla sirayet etmeyeceğini bildiği için bir geçiş olarak laikliği planlamış olmalı toplum hangi yönünü bileylemek isterse o tarafı pekiştirecek kanunlar çıkarır diye ümit etmiş olmalı ama toplumun kafası o kadar karmaşık hale geldi ki inansa mı? Düşünse mi?  Halen karar veremiyor. Gelen hiçbir hükümet muhafazakâr kesim kadar cüretkâr olamadı.  Seküler kesim dini laiklik kılıfından çıkarmak için çaba sarf etmedi. Devletin sadece bir dini finanse eden bir kurum haline gelmesine göz yumdu. Hâlbuki laikliği muhafazakâr kesim nasıl din düşmanı göstererek toplumsal destek bulduysa aynı biçimde onlarda dini düşünce düşmanı olarak göstermede yetersiz ve cılız kaldılar. Gelinen noktada toplum artık bir karar vermek zorunda ya düşünce yolundan gidecek ve diyanet ile bağlarını kesecek ya da okulları kuran kurslarını da resmi olarak medreselere çevirecek ve şeriat ile yönetilen İslam cumhuriyetlerine çevirecek. İkisinin bir arada mesafe kat etmesi imkânsız ve devletin varlığının kudreti zayıflatmakla kalmıyor aynı zamanda ömrünü de kısaltıyor. Tarih boyunca en kısa yaşamış Türk devletleri arasına katma yolunda hızla ilerlemekte. Ülke tarihine etki edebilecek bir konumda olmadığım için düşüncelerimi etrafa savurmamda abesle iştigal bir durum umarım yoktur.
Şanlı yüzüncü yılını kutladığımız cumhuriyet için artık kalıcı ve kökten çözümler bulmanın ilerlemek için tek yol olduğunu anlamak zorundayız. Benim naçizane düşüncemi bir şiir ile belirtmek isterim.  
Özbek, Türkmen, Uygur, Tatar, Azer; bir boydur.
Karakalpak, Kırgız, Kazak; bunlar bir soydur.
 
Özbekistan, Türkmenistan diye kurmuşlar.
 
Anayurdum Türkistan'ı bölüp koymuşlar.
 
İnanmayın, aldanmayın ey Türk yiğitler.
 
Kırk yüz yıllık geçmişleri var olan Türkler.
 
Özbek, Türkmen, Uygur, Tatar, Azer; bir boydur.
 
Karakalpak, Kırgız, Kazak; bunlar bir soydur.
 
Türkistan, Kafkasistan ey güzel yurdumuz.
 
Sana kurban olalım hey anayurdumuz.
 
Özbek, Türkmen, Uygur, Tatar, Azer; bir boydur.
 
Karakalpak, Kırgız, Kazak; bunlar bir soydur.

Keyifli haftalar dilerim, sağlıcakla kalın sevgiyle kalın….

Yazarın Diğer Yazıları