Psikolog  Saadet ELEVLİ

GENÇLİĞE SOSYOLOJİK BİR PERSPEKTİFTEN BAKMAK

Psikolog Saadet ELEVLİ

  • 784

Günümüzde dünya nüfusu giderek yaşlanmaktadır. Nüfusun büyümesi yavaşlamakta ve nüfusun ortalama artış hızı sürekli bir düşüş eğilimi sergilemektedir ki; bunun anlamı şudur: dünya genç nüfusu azalış seyrindedir. 2050 yılında yaşlı nüfusun toplam nüfusa oranının %33’lere yükseleceği tahmin edilmektedir. 
Dünyanın değişen bu demografik trendleri açısından önem arzeden gençlik, sosyolojik boyuttan bakıldığında da önem teşkil eden bir kesimdir. Tarihteki büyük toplumsal/ siyasal değişimlerin önünü açan olayları, isyanları, devrimleri başlatan kesim hep gençler  nüfus olmuştur. Örneğin 68 gençliği dünya ve Türkiye için büyük toplumsal dönüşümlerin yaratıcısı olmuştur. Gençlik adeta toplumların yeniliğe açılan penceresidir. Bu bağlamda, yaşadıkları toplumdan aldıkları mirasla gelecek nesillere miraslar oluşturup bırakacak olan gençlere yönelik algının, gençliğe verilmesi gereken önem ve ciddiyet paralelinde yeniden oluşturulup, değerlendirilmesi gerekmektedir. 
Gençlik yalnızca sosyal ve maddi anlamda destek bekleyen, salt ihtiyaçları olan ve bu ihtiyaçlarının aile, toplum ve devletten karşılanması gereken, edilgen bir kesim olarak algılanmamalı, toplumsal hayatın hemen hemen her kademesinde, devlet yönetiminde, ekonomik hayatta ve siyaset sahnesinde aktif rol alan bireyler olarak görülmelidir. Bu bağlamda aslında belki de ilk yapılması gereken gençliğe yönelik, pasif, edilgen, yalnızca talep eden, tüketen genç- algısının kırılmasıdır. 
Gençliğin yakın bir zamanda geleceğin yetişkinleri olacağı, yarın ki ormanların yerini tutacak “yeni gelişmekte olan körpe ağaçlar olduğu” unutulmamalıdır. Genç kuşaklar, içinde bulundukları toplumun koşullarınca karakterize olur, önceki kuşakların toplumsal, kültürel ve ekonomik mirasından beslenirken, kendileri de bu anlamda geleceğe bırakılacak mirası oluştururlar.
Dünya gençlik profili açısından, madalyonun olumlu yüzünü çevirecek olursak; dünyanın sosyo-ekonomik göstergeleri insanları karamsarlığa yöneltse ve gençlerin de bu algıya sahip olduğunu düşündürse de, gençler üzerinde yapılan alan çalışması sonuçları bunun aksini ortaya koymaktadır. Bu duruma örnek verilebilecek bir çalışma, Fischer ve R. Münchmeier tarafından 2010 yılında 12 ila 25 yaş arası 2500 genç üzerinde yapılan Shell Gençlik Araştırmasıdır. Düzenli olarak dört yılda bir yapılan bu araştırmanın sonuçları, aynı araştırmanın 2006 yılı sonuçlarıyla kıyaslandığında, geleceğe iyimser bakan gençlerin oranında büyük bir artış olduğunu göstermektedir. Shell Gençlik Araştırması, Almanya’da 1953 yılından beri yapılan bir çalışmadır. 2006'da yüzde 50 olan iyimser bakış oranı, 2010'da yüzde 59'a ulaşmıştır. Aynı araştırmanın 1997 yılı verilerinde gelecekten umutlu olan geçlerin oranı ise %53’tür.
Pek çok akademisyen ve yazara göre,  toplumdaki genel algının aksine, 80 Kuşağı, 90 Kuşağı, 2000 kuşağı diye ayırmadan topyekün ,“12 Eylül Çocukları”, “Tüketim Çocukları” isimleriyle anılan, 80 sonrası Türk gençliği aslında hep etiketlendiği gibi “pasif” olarak siyasetle ilgilenmeyen, bir kuşak değildir. Bu anlamda, “depolitize”(pasif, edilgen bir kimlik çizdiği için) tanımlaması yerine, gencin tamamen kendi tercihi olarak sergilediği “apolitik” duruşlarının bile aslında bilinçli olarak yapılmış bir seçim olduğu ifade edilmektedir. Gençler, aslında bugünkü siyaset dünyasından, ilişkilerden hoşnut olmadıkları, siyaset dünyasının kirli bir dünya olduğunu düşündükleri ve siyasetin gençlik sorunlarına çözüm getirebileceği inancını taşımadıkları için, siyasete uzak durmaktadırlar. Bu düşünce, siyasetle ilgilenen, ülke sorunlarına kafa yoran gençler için de geçerlidir. Bu durumda ister istemez günümüz gençliğinin vurdumduymaz olduğu ile ilgili oluşan algıların gençliğin doğru analiz edilememesinden, anlaşılamamasından kaynaklandığını söylemek mümkündür. Kirli olan siyasal alanda bireysel olarak var olamayacağını düşünen gençler, kurumlara ve medyaya olan güven eksikliğinin de eklenmesi ile, muhalif bir bireyciliğe doğru yönelmektedirler.
Birini, bir durumu, bir olayı ya da herhangi bir şeyi etiketlemeden önce onu iyi tanımak ve anlamak gerekmektedir. Bu kural gençlere karşı geliştirdiğimiz bakış açısı için de geçerlidir. Gençlere herhangi bir etiket yapıştırmadan önce ya da onlara herhangi bir değer ya da yargıda bulunmadan önce anlamayı tercih edelim… 
Çünkü ancak anladığımızda, doğru algılayabiliriz… 


 

Yazarın Diğer Yazıları