
DİSMORFOFOBİ (BEDEN ALGISI BOZUKLUĞU)
Psikolog Saadet ELEVLİ
- 51
Yunanca "çirkinlik" anlamına gelen dismorfia kelimesinden türetilen dismorfofobi ilk olarak 1980 yılında tanımlanmıştır. 2014 yılından itibaren ise Obsesif Kompulsif Bozukluğu ile ilişkilendirilmiştir. Dismorfofobi rahatsızlığında kişiler vücutlarındaki en ufak pürüzü dahi bir kusur haline getirerek bunu hayati bir sorun haline getirir. Bir süre sonra bu bozukluk takıntı haline gelerek kişinin hayatını adeta zindan eder. Beden algısı bozukluğunda kişi, fiziksel özelliklerinde gerçekte var olmayan ya da abartılacak kadar fazla olmayan kusurları takıntı haline getirir ve kaygı gösterir. Bazı durumlarda hayali kusur oluşturma eğilimi de görülebilir. Kişiler kendilerini bedensel olarak kusurlu ve eksik hisseder. Alanında uzman bir hekim kontrolünden geçilmediği müddetçe bu bozukluğun fark edilmesi mümkün olmayabilir.
Birçok kişi için dış görünüş büyük önem taşır. Dış görünüş fazla önemsendiği durumda kişiye zarar vererek dismorfofobi yani beden algısı bozukluğu olarak bilinen rahatsızlığa neden olur. Vücut dismorfik, yaygın adıyla beden algısı bozukluğu kişilerin hayatını güçleştiren psikolojik rahatsızlıklardan biridir.
Dismorfofobi belirtileri, kişilerin günlük hayatları takip edildiğinde ortaya çıkan ayna karşında uzun süreler geçirme, hafif kusurları büyük kusurmuş gibi algılama ve dış görünüşü hakkında takıntılı durumlardır. Beden algısı ya da dismorfofobi bozukluğu belirtileri ise şu şekilde açıklanabilir:
• Ayna karşısında çok fazla zaman geçirme
• Hafif kusurları daha büyük algılayarak hayali kusurlar görme
• Bu kusurları gizlemek için aşırı makyaj yapma
• Var olmayan veya hafif kusurları için sürekli değişim ihtiyacı hissetme
• Kendilerini, özellikle dış görünümlerini başka insanlarla sürekli kıyaslama
• Sık sık çevrelerindeki insanlara nasıl göründüğünü soran bireyler yoğun bir onay alma ihtiyacı hissetme
Dismorfofobiye sahip kişiler dış görünümlerine takıntılı oldukları için kendilerini yalnızlaştırmaya eğilim gösterirler. Dışarı çıkmaktan çekinen bireyler sosyal olarak da kendilerini geri plana atar. Utangaçlık, obsesif kişilik yapılanmaları ve içe dönüklük bu rahatsızlığın kişilik örüntüsünde yer alır.
Dismorfofobi nedenleri olarak, kişinin birinci dereceden akrabalarında beden algısı bozukluğu varsa bu rahatsızlığın bireyde ve diğer aile üyelerinde görülme olasılığı artar. Yapılan araştırmalara göre bu bozukluğa sahip kişilerin birinci derece akrabalarında beden dismorfik bozukluğun görülme ihtimali %8'dir. Aynı zamanda bu bozukluğa sahip kişilerin serotonin geri alım inhibitörlerine cevap vermiş olması dismorfofobide serotonin hormonunun da etkili olabileceği ihtimalini doğrulamaktadır. Bu bozukluğa neden olabilecek bir diğer faktör de çocukluk travmalarıdır. Birey, kendisini sürekli dış görünüşüyle eleştiren ebeveynlerle büyüdüyse veya çocukluk döneminde akranları tarafından kendisiyle dalga geçildiyse ergenlik döneminde beden algısı bozulmaya başlayabilir. Küçük düşürücü sözler kullanılarak aşağılanan çocuklarda bu bozukluğun görülme ihtimali yüksektir.
Günümüzde sosyal medyanın dayattığı güzellik algısı birçok genci, özellikle ergenleri olumsuz etkilemektedir. Güzellik endüstrisinin dayattığı popüler beden ve yüz algısına kapılan kişiler bu uğurda zaman harcamakta, kendilerini dayatılan forma sokamayan kişilerde ise beden algısı bozukluğu görülebilir.
Beden algısı bozukluğu tedavisi için bireylerin belirli bir psikolojik tedavi süreci geçirmeleri gerekir. Bazı durumlarda kişiler fiziksel operasyonlara başvurur. Doğrudan dış görünüşünü değiştirmek isteyen kişiler dermatologlara, estetik cerrahiye başvurur. Fakat psikolojik açıdan tedavi olmak isteyenler ruh sağlığı uzmanı eşliğinde süreci yönetebilir.
Beden algısı bozukluğu için psikoterapi önerilmektedir. Bireye öncelikle yaşadığı bozukluk ile ilgili eğitim verildikten sonra psikoterapi seansları aracılığıyla bedensel kaygılara ve bu kaygıların neden olduğu düşüncelere yönelim sağlanır. Terapistin yönlendirmeleriyle ilerleyen tedavi süreci kişinin gerekli farkındalık düzeyine ulaşmasına ve iyileşmenin sağlanmasına kadar devam eder. Tedavi sürecinin uzunluğu tamamen terapistin görüşlerine ve danışanın isteğine bağlıdır. Terapist gerekli gördüğü durumlarda ilaç tedavisine de önerilebilmektedir.