Doğum ile ölüm arasındaki süre. Bu kadar basit mi peki?
Evet bu kadar basit.
Doğarsın; bebekliğini neredeyse hiç hatırlamazsın. Kimileri siyah beyaz fotoğraflarda görür, kimileri de son model kameralarda izler bebekliğini.
Film izler gibi. Çünkü ne yaptıklarının farkındasın, ne de yaşadıklarının.
Çocukluk dönemlerini hayal meyal hatırlarsın. Bazısı çok tatlı, bazısı da acı birkaç hatıra kalmış zihninde.
Gerisi yok. Silinmiş, kaybolmuş.
Sonra ergenliğe ve gençliğe adım atmışsın, kuş gibi kanatlanıp uçacak gibi. Gönül kırmaların olmuş, farkında olduğun veya olmadığın. Kalbin sevgi ile dolmuş bazen, bazen de acılar içinde kıvranmışsın. Gönülde yaralar açmışsın, yeri gelmiş kendi gönlünde açılan yaraları sarmaya uğraşmışsın çaresizce.
Her şeyin ilacı olan zaman, sarmış o yaralarını. Çaresizliklerini umuda çevirmiş.
Sonra yeni yaralar ve yeni umutlarla geçmiş gençliğin.
Orta yaşlara geldiğinde ise durulmuş hayatın, monoton bir hal almış. Ev ile iş arasında geçmiş uzun yıllar. Yaptığın ve yıktığın bir çok binalar olmuş ruh aleminde, ya da hayal.
Hep bir şeylerin peşinde koşmuşsun. Bir türlü tatmin edemediğin istek ve arzularına, kölesi gibi itaat etmişsin.
Olursa mutlu olacağını düşündüğün birçok şey hüsrana uğratmış seni. Hep daha fazlası olsun istemişsin.
Öyle bir koşuşturma içindesin ki, ömrünün sonuna geldiğinde anlamışsın artık yorulduğunu.
Acısıyla tatlısıyla tüketmişsin ömrünü.
Dönüp baktığında maziye, her şeyin bir hayal gibi, bir serap gibi olduğunu anlamışsın.
Değdi mi peki bu kadar koşturmaya. İhmal ettiğin seni sen yapan değerlerine. Gösteremediğin sevgine.
Bir sürü pişmanlıklarınla girdin ömrünün son demlerine.
Geriye dönüp tekrardan başlamaya ne takatin var ne de imkanın.
Bazı şeyleri bir kez yaşıyorsun. Orada verdiğin kararlar, artık dönüşü olmayan yollara sokuyor seni. Oradan başka yollar, o yollardan da başka yollar.
Bazen rüzgarda bir yaprak gibi savruluyorsun, bazen de bir ağaca tutunup, savrulmamak için direniyorsun.
Ama her yaprak güz mevsiminde sararıp düşer. Ne kadar inat ederse etsin.
Her geçen gün bir gün daha yaklaşırsın savulup düşeceğin o güne. Ya farkında olarak ya da umursamadan.
Ne güzel demiş Niyazi-i Mısri;
Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere,
Can yatar gafil, binası oldu viran bihaber…