Hammurabi'nin Yeri'nde hava, küflü kitap sayfaları ve insan vicdanının çürümüş kokusuyla doluydu. Tezgâhın üstündeki rakı damlası, sanki Raskolnikov'un baltasından sıçrayan kan gibi parlıyordu. Kapı gıcırdadı. İçeri, ceketi yırtık, gözlerinde suç ve ceza arasında gidip gelen bir adam sürüklendi: Roman Kahramanı. Peşinden, elinde "Kırmızı Pazartesi"nin kanlı sayfalarını taşıyan Santiago Nasar'ın hayaleti girdi.
"İki kere ceza," diye homurdandı Roman Kahramanı, sesi Dostoyevski'nin Petersburg cezaevlerinden geliyordu.
Hammurabi, kadehleri doldururken süzdü ikiliyi. "Yine mi suç ve ceza?" diye sordu, sesi taş duvarlarda Camus'nun absürt feryadına dönüştü.
Geliyorum Diye Bağıran Cinayet
Santiago Nasar'ın hayaleti, rakıyı içmeden önce saygı duruşunda bulundu: "Beni herkesin bildiği ama kimsenin engel olmadığı bir cinayetin kurbanıyım. Kırmızı Pazartesi'nin o güneşli pazar sabahı. Kasaba, benim öleceğimi biliyordu. Katillerim bile aslında katil olmak istemiyordu. Ama suç, cezadan daha kirli değil mi Nietzsche'nin dediği gibi?"
Hammurabi, tezgâhı sildiği bezi fırlattı: "Suç ve Ceza'yı okudun mu? Raskolnikov, tefeci kadını öldürdü. Peki bu suç muydu? Yoksa cezayı insana önce kanunlar mı, yoksa vicdanı mı verir?"
Roman Kahramanı, ikinci rakıyı yapıştırdı: "Sefiller'deki Jean Valjean'ı hatırla. Bir ekmek çaldı, hayatı mahvoldu. Victor Hugo ne demiş? 'Aslında bir insanı bir yere kapatmak suçtur. Ama kapattığınız kişi bir suçluysa bu bir ceza.' Yani her ceza biraz da suç, her suç aynı zamanda ceza."
Santiago'nun hayaleti güldü: "Bir İdam Mahkûmunun Son Günü'nü oku. Orada da aynı şey. Yakalanmayan suçluya suçsuz denir. Yakayı ele veren kendini mağdur hisseder. 'Herkes çalıyor ben niye yakalanıyorum?' diye."
Hammurabi, yeni şişeyi açarken: "Bu kitaplar o kadar iyi yazılmış ki, yazarlarının cinayet işlediğini düşünürsünüz. Dostoyevski, Raskolnikov'un psikolojisini anlatabilmek için gerçekten bıçak salladı mı? Márquez, Santiago Nasar'ın bağırsaklarını kendi elleriyle mi çıkardı?"
Roman Kahramanı başını salladı: "Hassas tipler cinayet işlemesin diye yazdılar belki de. Ama yazarken kendileri de katil oldular. Edebiyat, yasak meyvenin tadına baktığımız yerdir."
Santiago'nun hayaleti, rakıyı dikerken anlattı: "Camus'nun annesi öldü, o bilmiyordu. Orhan Pamuk hayatının en mutlu anını yaşadı, o da bilmiyordu. Tolstoy'un kahramanları mutlulukta benzer, mutsuzlukta öznel. Demek ki edebiyat, mutsuzluğun anatomisini çıkarmak için var."
Hammurabi, tezgâhın altından defterini çıkardı. Sayfalarında Raskolnikov'un pişmanlığı, Jean Valjean'ın vicdan azabı, Santiago Nasar'ın bağırsakları yazılıydı. "Edebiyat," dedi, "3-5 başlığa sığdırılmış koca bir fanus. Suç, ceza, aşk, ihanet, ölüm... Hepsi aynı hikaye. Değişen sadece karakterler."
Roman Kahramanı ayağa fırladı: "Peki ya erdemler ve duygular? Kendimizi keşfetme vaktimiz gelmedi mi? Ya da erdemsizlik ve duygusuzluk? Edebiyat bize ne öğretti? Suç işleyen de, ceza çeken de aynı çukurdalar."
Santiago'nun hayaleti sönükleşiyordu: "Ben gidiyorum. 24 saatte ancak bu kadar çok öykü sığdırılabilirdi. Siz kalın ve düşünün: Acaba biz de bir romanın kahramanları mıyız? Ve yazarımız da bir katil mi?"
Kapıyı çekip çıktı. Roman Kahramanı, bir süre boşluğa baktı. Sonra fısıldadı: "Yabancı'yı okudun mu? Mersault, annesinin ölümüne ağlamadı diye idam edildi. Asıl suç, duygusuzluk muydu?"
Hammurabi, defteri açtı. Santiago Nasar'ın adının yanına yazdı:
"HERKESİN BİLDİĞİ CİNAYETİN KURBANI."
Roman Kahramanı'nın yanına ekledi:
"VİCDANININ HAPİSHANESİNDE YATAN MAHKÛM."
Sonra kendi adının altına karaladı:
"BUNLARI OKUYUP HÂLÂ UYUYABİLEN EN BÜYÜK SUÇLU."
Son Söz:
"Edebiyat, insan ruhunun lağımında gezinen bir meşaledir. Bazen aydınlatır, bazen tutuşturur. Ama asla temizleyemez. Çünkü kir, insanın doğasında var."
– Hammurabi'nin Defterinden
Sevgiyle Kalın,sağlıcakla kalın,keyifli haftalar dilerim…