Afi Can

Hukuktan Üstün Olan

Afi Can

  • 93

Barın ışıkları, Kayaköy’ün terk edilmiş taş evlerinin üzerine düşen ayazı kesmiyor. İçerisi sigara dumanı ve ucuz rakının keskin kokusuyla dolu. Masalarda, yarım kalmış hayatlarını içkiyle yıkayan tipler… Bir köşede, ceketinin yakası kalkmış adam, avuçlarını masaya vurup “Adalet bu mu?” diye söyleniyor. Yanındaki gülüyor: “Adalet dediğin, güçlünün kazandığı şeydir.” Barmen, hiç oralı olmadan bardakları silmeye devam ediyor. Bu mekanın adı Hammur’un Yeri. Kapıda kırık bir tabela: “Kurallar basit: Yalan yok, riya yok, doğanın kanunları geçer.”

Hammur Abi, barın arkasındaki karanlık odadan çıkıyor. Boyu iki metreyi geçen, yüzünde derin çizgiler olan bir dev. Elinde bir kadeh rakı, dişlerinin arasında sönmüş bir sigara. Masalara tek tek bakıyor. “Adaletten konuşuyorsunuz,” diyor boğuk sesiyle. “Peki siz hangi adaleti tartışıyorsunuz? İnsanın yazdığı kitapları mı, yoksa doğanın yaktığı ormanları mı?”

İnsanın Adaleti: Kırık Bir Saz Bir masada, kravatlı bir adam anlatıyor: “Mahkemeye gittim, hakkımı aradım.” Cümlesini bitiremeden Hammur Abi’nin kahkahası barı inletiyor: “Hakkını mı aradın yoksa cebini mi doldurdun?” Adam kekeliyor. Biliyoruz hepimiz: İnsanın adaleti, birinin kaybettiği yerde diğerinin kazandığı bir kumardır. Camus’nün dediği gibi, “Adalet, insanın tanrıya oynadığı bir roldür.” Ama tanrı rolüne soyunanlar, genelde şeytanın kuklasıdır.

Hammur Abi, masaya bir yumruk indiriyor. “Doğa ne yapar bilir misin?” diye soruyor. “Bir kasırga gelir, zengin fakir ayırt etmez. Bir deprem, sarayı da gecekonduyu da yerle bir eder. İşte adalet bu. Gerisi palavra.” Yan masada oturan kadın, yırtık kot pantolonu ve dağınık saçlarıyla gülümsüyor. Elindeki viskiyi dikiyor. “Doğruyu söylüyorsun Hammur,” diyor. “Ama insan, doğanın adaletine bile tahammül edemez. Yangın çıkarır, sonra söndürmeye çalışır.”

Hammur’un Kuralları: Taş Duvarın Sessizliği Hammur Abi’nin barında kurallar yazılı değil. Duvarlarda asılı olan tek şey, 50 yıllık bir pala ve yıpranmış bir harita. “Kurallar şurada,” diyor Hammur, kalbini göstererek. “Bir insan yalan söylerse, rakısı zehir olur. Hırsı varsa, nefesi kokar. Doğaya karşı gelirse…” Duraklıyor. Pencereyi açıyor. Dışarıda, Kayaköy’ün hayalet evleri rüzgarda inliyor. “Doğa, sessizliğiyle cevap verir.”

Bir gün, barın müdavimlerinden biri –küfürbaz, hilekar bir balıkçı– Hammur’a sormuş: “Neden burada hukuk geçerli değil?” Hammur, elindeki buzlu rakıyı yere dökmüş. “Hukuk mu? Hukuk, insanın doğaya söylediği yalandır. Bak…” Dışarıyı işaret etmiş. “Bu köy bir zamanlar 20 bin kişiydi. Sonra insanlar birbirine düştü. Hukuk geldi, din geldi, siyaset geldi… Şimdi sadece taşlar ve rüzgar kaldı. İşte doğanın adaleti.”

Ben: Ateş ve İsyan Arasında Barda oturmuş, bu sohbetleri dinliyorum. Bana gelince… Bir zamanlar “adalet” için mahkemelerde çırpınan bir adamdım. Sonra anladım: İnsanın adaleti, bir tiyatro oyunu. Rol yapmayı reddettiğimde, sahnenin dışına atıldım.

Hammur Abi bana bir kadeh uzatıyor. “Senin hikayen ne?” diye soruyor. “Önüme tuzaklar kurdular,” diyorum. “Arkamdan oyunlar çevirdiler. Ama beni tanımlayan, bana yapılanlar değil; tüm bunlardan sonra seçtiğim yol oldu.” Hammur gülümsüyor. “Demek ateşi seçtin,” diyor. “Doğa gibi.”

Evet. Ateşi seçtim. Ama bu ateş, insanların yaktığı gibi yıkıcı değil. Daha çok, orman yangınından sonra filizlenen yeşil sürgünler gibi. Nietzsche’nin dediği gibi: “Yıkılmak, dönüşmek için şarttır.”

Kalabalıkta Yalnız Savaş Bar doluyor. İçeri, elinde dosyalarla dolu bir çanta taşıyan genç bir avukat giriyor. Yüzünde zafer ifadesi. “Müvekkilimi hapisten çıkardım!” diye bağırıyor. Hammur Abi, bir adım öne çıkıyor. “Peki hapse kim attı onu?” Genç avukat şaşırıyor. “Y… Yargıç.” Hammur’un kahkahası duvarları sarsıyor. “Demek yargıç adaleti dağıttı, sen de onu düzelttin? İki yalan, bir doğru etmez evlat.”

Kadın, yırtık kot pantolonuyla avukata yaklaşıyor. “Hukuk dediğin,” diyor, “İki kişinin birbirine bağırma hakkını satın aldığı bir pazarlıktır. Ama doğada öyle mi? Kurt, kuzuyu yer. Kuzunun avukatı mı var?” Avukat ter içinde kalıyor.

Son İçki: Taşların Şarkısı Gece ilerliyor. Müşteriler teker teker dağılıyor. Hammur Abi, bana son bir rakı koyuyor. “Doğanın adaleti,” diyor, “Bir taşın sessizliğidir. Taş ne yalan söyler ne riya. Sadece var olur. İnsan ise hep olmak ister: Güçlü, haklı, üstün… Ama unutuyor: Var olan, zaten her şeyin üstündedir.”

Dışarı çıkıyorum. Kayaköy’ün terk edilmiş sokaklarında yürüyorum. Ayaklarımın altındaki taşlar, yüz yıllık hikayeler fısıldıyor. Bir evin yıkık duvarında, bir zamanlar burada yaşayan bir çocuğun karaladığı resim duruyor: Güneş, deniz ve bir balıkçı teknesi. İnsanın adaleti geçici. Ama doğanınki… İşte o, bu taşlar gibi. Yıkılsa da, yeniden doğar.

Hammur Abi’nin sesi arkamdan geliyor: “Ateşini söndürme. Çünkü adalet, yanmayı göze alabilenindir.”

Not: Bu barın adresi yok. Kayaköy’de ararsan bulamazsın. Ama bir gün yolun düşerse, kalbini dinle. Taşlar seni oraya götürür.

Sevgiyle kalın,sağlıcakla kalın… Keyifli haftalar dilerim… Ben içmeye devam edeceğim,belki geçer yahu…
 

Yazarın Diğer Yazıları