Afi Can

Harika bir pazar sabahı...

Afi Can

Harika bir pazar sabahı... Ya da pazartesi mi oldu? Hayret doğrusu, Kayaköy’ün tozlu yollarında, şu yıkık dökük Rum evlerinin gölgesinde günlerin ne önemi var? Keçilerin karnı aç, benim kafam dumanlı. Dün gece Hammurabi’nin Mekanı’nda yine kantarın topuzunu kaçırdık. Hayali bir meyhane burası, bilirsiniz; duvarlarında Babil’in o sert kanunları asılı değil, sadece sararmış bir takvim yaprağı ve ödenmemiş veresiye defterleri var.

Sabahın köründe, ağzımda paslı bir demir tadı, elimde ise şu lanet olası akıllı telefon. "Google Keep" diyorlar buna. Dijital bir çöplük. Beynimin sifonunu çekip içine kustuğum yer. Yazaşom günlüğüme bakıyorum. Ne yazmışım? Hangi sarhoş hezeyanları, hangi yarım kalmış küfürleri not etmişim?

Hadi gelin, şu ahır kokusuyla karışık dijital mezarlığı beraber eşeleyelim. Hammurabi’nin o sert tahta masasına da birkaç ağır abiyi davet ettim. Sıkışın biraz.

Not 1: "Saman Fiyatları ve Varoluşsal Sancılar"

İlk notum tam bir trajedi: "Saman balyası 150 TL olmuş. Tanrı öldü ama enflasyon yaşıyor."

Hemen yanımda, elinde feneriyle Diyojen oturuyor. Üstü başı perişan, benim keçilerden hallice kokuyor. Fıçısından çıkıp gelmiş Kayaköy’e. "Ne gülüyorsun ihtiyar?" diyorum.

Diyojen, elindeki bayat ekmeği şaraba banarken sırıtıyor: "Senin o elindeki parlak kutu, İskender’in gölgesinden daha büyük bir karanlık Afican. Saman pahalıysa keçiyi sal çayıra. Mülkiyet hırsızlıktır, saman satın almak ise aptallıktır."

Haklı m*ruk. Ama burası Antik Yunan değil, burası Fethiye. Çayıra salsam, keçiler ya bir İngiliz turistin kiraladığı villanın havuzuna düşer ya da jandarmanın radarına gireriz. Diyojen anlamıyor. O, bir köpek gibi yaşamayı erdem sanıyor. Ben ise sadece bu ayki yemi nasıl alacağımı düşünüyorum. Bukowski olsa ne derdi? Muhtemelen, "İçki paranı samana yatırma evlat, keçiler açlıktan ölür ama sen ayıklıktan ölürsün" derdi.

Not 2: "Mavi Tik ve Bekleyişin Istırabı"

Ekranı kaydırıyorum. Bir diğer not: "Ona mesaj atma. Sakın atma. Saat 03.14. Atarsan, Kayaköy’ün en büyük enayisi sensin." Altına da bir telefon numarası kaydetmişim, sonu 88 ile bitiyor. Kimdi bu? Geçen hafta Paspatur’da tanıştığım o dövmeli kız mı? Yoksa hayalimde yarattığım bir kurtarıcı mı?

Masanın diğer ucunda, o asık suratlı Alman, Arthur Schopenhauer oturuyor. Önündeki biraya dokunmamış bile. Gözlerini devirerek bakıyor notuma.

"İrade, Afican..." diyor o gıcık sesiyle. "Türün devamını sağlamak için kurduğu bir tuzak bu. O kadına mesaj atma isteğin aşk değil, doğanın seni kandırması. Acı çekeceksin. Tatmin olsan da sıkılacaksın. Sarkaç gibi sallanıp duracaksın acıyla can sıkıntısı arasında."

"Kes sesini Arthur," diyorum. "Senin hiç keçin olmadı. Bir keçinin inadı senin o 'İrade' felsefenden daha güçlüdür."

Schopenhauer omuz silkiyor. "Keçilerin de senin gibi mutsuz. Sadece bunun bilincinde değiller. Sen ise bilincindesin ve Google Keep'e not alarak acını ebedileştiriyorsun. Aptalca."

Bir sigara yakıyorum. Dumanı Arthur’un suratına üflüyorum. Haklı olması, onu sevmemi gerektirmiyor.

Not 3: "Sisyphus ve Keçi B*ku"

Bir sonraki not daha kısa: "Ahırı temizle. Yarın yine kirlenecek. Temizle. Kirlenecek."

İşte bu, hayatımın özeti. Her sabah kalk, o lanet olası kürekleri eline al, bok temizle, yem ver, su ver. Akşam olsun, iç, sız. Sabah tekrar et.

Bu sefer masanın en köşesinden, ağzında sönmüş bir Gauloises ile Albert Camus lafa giriyor. Yakışıklı adam vesselam, ama bakışları yorgun.

"Tepeden aşağı yuvarlanan kaya, Afican," diyor Camus. "Senin kayan o keçi b*ku. Ama mutlu olmalısın. O ahırı temizlerken ki mücadelen, o anlamsız döngüye başkaldırın... İnsan ancak bu saçmalığı kucaklayarak var olabilir. Keçilerini temizleyen Sisyphus’u mutlu hayal etmeliyiz."

"Hadi oradan Albert," diyorum, şişenin dibindeki tortuyu süzerken. "Sen hiç Temmuz sıcağında, Kayaköy’ün o yapışkan tozunda 40 tane keçinin altını temizledin mi? Bunda kahramanlık yok. Bunda sadece amonyak kokusu ve bel ağrısı var."

Camus gülümsüyor. "İntihar etmediğine göre, kahveni koyup sigaranı yaktığına göre, bu yaşamı onaylıyorsun."

"Kahve değil," diyorum. "Ucuz şarap. Ve evet, onaylıyorum. Çünkü başka şansım yok."

Not 4: "Gece Yarısı Şiir Taslağı"

Listenin en altında, muhtemelen en sarhoş halimle yazdığım bir şiir taslağı var. Yazım hatalarıyla dolu:

> "ruhum bir hayalet köy / turistler geziyor damarlarımda / giriş bileti 50 lira / ama çıkış yok / hammurabi kesti bileti / göze göz, dişe diş / şişeye şişe."

Masanın ortasına bir sessizlik çöküyor. Nietzsche, o pala bıyıklarını sıvazlayarak notuma eğiliyor. Gözlerinde o deliliğin parıltısı var.

"Bunu sevdim," diye gürlüyor Friedrich. "Kaos barındırıyor. Ama yeterince sert değil. Uçuruma bakıyorsun Afican, ama uçurumun sana göz kırpmasına izin vermiyorsun. O turistleri kov. O hayalet köyü yak. Üstinsan, keçilerini güderken bile dans edendir. Sen dans etmiyorsun, sadece sendeliyorsun."

"Dans etmek mi?" diye bağırıyorum. "Dizlerim ağrıyor Friedrich! Sifilis değilim senin gibi belki ama, romatizmam var. Bu nemli taş evler adamı çürütüyor."

Nietzsche masaya yumruğunu vuruyor. "Seni öldürmeyen şey..."

"...Beni sakat bırakır," diye tamamlıyorum lafını.

Kapanış: Hammurabi Hesabı Kesiyor

Güneş yükseldi. Telefonun şarjı yüzde 4. Filozoflar duman olup uçtu. Geriye sadece ahırın o keskin kokusu, meleyen keçiler ve başımdaki o korkunç ağrı kaldı.

Google Keep’i kapatıyorum. Bu notların hiçbirinin bir anlamı yok. Hepsi, gece karanlığında, alkolün beynimdeki nöronları birbirine tokuşturmasıyla çıkan kıvılcımlar. Gerçek olan tek şey şu an. Su yalağına dolan suyun sesi. Keçinin sakalındaki ot parçası. Ve ciğerlerime dolan tozlu hava.

Filozoflar konuşur, yazar, düşünür. Biz ise yaşarız. Pisliğin, çamurun, borcun ve arzunun içinde debeleniriz.

Ayağa kalkıyorum. Dizlerim gıcırdıyor. Hammurabi’nin mekanı kapandı beyler. Şimdi gerçek dünyanın kanunları geçerli. Ve bu kanunların ilk maddesi şudur:

"O keçiler beslenecek, yoksa kıyamet kopar."

Hadi eyvallah. Gidip biraz hayatla güreşeyim. Belki akşamüstü yine açarım o lanet not defterini, yine kusarım kelimeleri. Ama şimdilik, iş başına.

Sizin için yapabileceğim bir şey: Eğer kendi "dijital çöplüğünüzü" (notlarınızı) temize çekmek ya da içindeki kaostan anlamlı bir yazı çıkarmak isterseniz, notlarınızı buraya dökün; Hammurabi'nin süzgecinden geçirip size sunayım. Ne dersiniz?

 

Yazarın Diğer Yazıları