Bu yazı dizisi, Kayaköy'ün terk edilmiş taş ev harabelerinin arasında sıkışıp kalmış, zamanın ve insanların yıprattığı, ama ruhunu koruyan "Hammurabi'nin Yeri" adlı salaş bir Rum meyhanesinde geçecek.
Mekânın kendisi, Kayaköy'ün geçmişindeki yaşanmışlıkları, acıları ve sevinçleri fısıldayan bir karakter gibi karşımıza çıkacak. Metindeki "tarz " ifadesi, bu yazı dizisinde hayatın çiğ gerçeklerine, insan ilişkilerinin karmaşık doğasına ve bireyin içsel çatışmalarına odaklanan, zaman zaman ironik, zaman zaman alaycı, ama her zaman samimi bir dilin kullanılacağı anlamına geliyor.
Okuyucuya, Hammurabi'nin Yeri'nin o kendine has atmosferi içinde, hayata dair derin gözlemler sunmak. İnsanların zaaflarını, sevgilerini, nefretlerini, hayal kırıklıklarını ve kararlılıklarını, bu salaş meyhanenin loş ışıkları altında, demlenmiş rakının buğusunda yeniden yorumlamak.
Hayatın getirdiği zorluklara yabancı olmayan, sorgulayıcı, gerçekçi ve samimi anlatımları seven okuyucular.
Bu yazı dizisi, metindeki dağınık görünen temaları ("insanları tanıma", "ilişkilerde değişim", "intikam", "kararlılık") Kayaköy ve Hammurabi'nin Yeri'nin büyülü ama hüzünlü atmosferiyle birleştirecek. Her bir bölüm, bu mekânda yaşanan bir olayın veya sohbetin, bu evrensel temaları nasıl yansıttığını gösterecek.
1. Bölüm: Bir Meyhane Bilmecesi
Kayaköy, bir zamanlar hayat dolu, şimdi ise anılarıyla başbaşa kalmış, terk edilmiş bir ruhtur. Taş evlerin boş gözleri, bir zamanlar içlerinde yankılanan kahkahaları, ağlamaları, kavgaları ve sevişmeleri sessizce yutar. Rüzgar, yıkık duvarların arasından geçerken, geçmişin fısıltılarını taşır. İşte bu fısıltıların arasında, taş ev harabelerinden birinin kalbinde atar Hammurabi'nin Yeri. Öyle tabelası falan yoktur. Kapısında durup da "Burası neresi?" diye soran, ya bir gariban turisttir ya da yolu buraya ilk kez düşen, kaybolmuş bir ruh. İçeriye adımını attığında, zamanın tünelinde geriye gitmiş gibi olursun. Loş ışıklar, eski ahşap masalar, duvarlardaki solmuş fotoğraflar ve o havaya sinmiş ağır rakı kokusu... Burası, hayatın tüm kirini, pasını ve tozunu atmış, çırılçıplak gerçekliğin ta kendisidir.
Hammurabi, barın arkasında, o paslı tezgahın başında, yıpranmış elleriyle kadehleri doldururken, gözleri adeta bir bilmece gibidir. Sanki her geleni, bir kitap gibi okumaya çalışır. Ama ne Bay Abidin ne de başka bir büyük yazarın dediği gibi, bir insanı çözmeye çalışmak, onu bir bilmece gibi görmek kadar aptalca bir şey yoktur. Zaten insanlar çözülmez. Onlar, ne bir hedef gibi fethedilir ne de bir matematik denklemi gibi sonucu bulunur. Onlar yaşanır, hissedilir, en çok da dinlenir.
Saygı, Empati ve Ortak Anlam Arayışı
Hammurabi'nin yıllar içinde edindiği bilgelik, Erich Fromm'un sevgi ve saygıyla harmanladığı, Steinbeck'in insan yaşam öykülerine duyduğu o derin empatiyle tanıklık ettiği ve Wittgenstein'ın varsayımlardan kaçınarak ortak bir anlam dünyası inşa etme çabasıyla örtüşür. Buraya gelen her müşteri, bir hikaye taşır yanında. Kimisi suskun bir kederle oturur köşeye, kimisi de içtikçe açılır, tüm sırlarını döker ortaya. Hammurabi dinler. Yargılamaz. Sadece kadehleri doldurur, ara sıra başını sallar ve o bilmece gibi gözleriyle karşısındakini süzer.
Birini tanımak, onu anlamak için yavaş bir yola çıkmaktır. Burası, Kayaköy'deki bu salaş meyhane, işte o yavaş yolun tam da başlangıcıdır. Buraya gelenler, birbirlerinin evrenine gerçekten adım atmanın, yüzeysel bir tanışıklığın ötesinde derin bir bağ kurmanın tek gerçek yolunu ararlar. İşte o zaman, Hammurabi'nin yosun tutmuş duvarları, bin yıllık sırlar gibi, o derin bağa şahitlik eder. Burası, bir psikoloji laboratuvarı gibidir aslında; insanlar içtikçe, sarhoş oldukça, maskeleri düşer ve o "gerçek" kendilikleri ortaya çıkar.
Hammurabi Nin Yeri'ne gelen müşteriler arasında, bazen yıllar sonra tekrar yolunu buraya düşürenler olur. Yüzlerinde yeni çizgiler, gözlerinde yeni hüzünler. "Hammurabi," derler, "Hatırladın mı beni? Beş yıl önce nişanlımla gelmiştim buraya." Hammurabi başını sallar, ama hatırladığından emin olamazsın. Yüzünde hep aynı o bilmece ifadesi vardır. Ama onlar, kendi değişimlerinin farkındadırlar. Bir insanı tanımak kolaydır; o anki halini, o anki ruhunu görmek. Zor olan, zaman içerisinde ne kadar değişebileceğini öngörebilmektir.
Bir rakı kadehinin dibine çöken tortu gibi, zaman da insanları değiştirir. Etrafına bir bak Hammurabi'nin Yeri'nde. Ne çok evlenen, ne çok boşanan var değil mi? Bu insanlar, bir zamanlar birbirlerini tanıdıklarını zannederlerdi. Ama zamanın acımasız tokatları, onları bambaşka insanlara dönüştürdü. İlişkiler çatırdadı, yollar ayrıldı. İşte bu yüzden, bir kişinin değişme yönü ve miktarı da önemlidir. Bugün elini tuttuğun o insan, yarın bambaşka bir siluete bürünebilir. Hammurabi, sessizce kadehleri doldururken, bu dramlara her gün şahitlik eder. Onun için bu, yaşamın rutin bir parçasıdır.
Sevgiyle kalın,sağlıcakla kalın,keyifli haftalar dilerim.