“Çağımızdan özgürlüklerin gerçek ama dayanaksız ve dayanıksız olduğunu anladım.”
Meyhanede duman ağırdı, bardakların dibinde keder birikmişti. Hammurabi yine tezgâhın arkasında, eski bir radyo cızırtısıyla kavga eder gibi sesi açıp kısarken bana baktı: “Henry Miller okudun mu hiç?”
Okudum tabii. Yengeç Dönencesi, 1934. Yazılmış ama kitap raflarında değil, yasak listelerinde gezmiş. 17 yıl Amerika’ya girememiş. Niye? Çünkü kitap insanın suratına tokat gibi çarpıyordu. Amerikan rüyasının pamuk ipliğinden başka bir şey olmadığını, aslında koca bir kabus olduğunu söylüyordu. Böyle şeyleri kimse duymak istemez. Hele ki yoksulun çığlığıyla zenginin kahkahası aynı masada toplanmışsa.
Can Yayınları’ndan çıkan Oğlak Dönencesi de öyle. Yasaklı, davalı, olaylı. Kitap değil, başkaldırının bizzat kendisi. Miller’ın kalemi, arkadaşlık, ayrılık, yalnızlık, isyan, medeniyet, silah, insan ve beton arasında gidip gelen bir yumruk. Her kelimesinde: “Başka bir hayat var, ama bu değil” diyen bir çığlık.
Miller’ın sözleri kafamda uğulduyordu: “Her birey kendine ait olmayan yaşam biçimine başkaldırmalı. Bu başkaldırı ancak sürekli ve kesintisiz olduğu takdirde başarıya ulaşabilir.” Meyhanede bardak kaldıran herkes, aslında birer yarım başkaldırı taşıyordu. Bir gün bağırıyor, ertesi gün susuyorlardı. Bir gecede mucize bekliyorlardı. O mucize gelmeyince de sineye çekiyorlardı her şeyi: aşağılanmayı, alayı, yoksulluğu, savaşı, suçu, can sıkıntısını.
Miller’ın dediği gibi, umutsuzluktan doğan bir ilgisizlik sarmıştı toplumu. İnsanlar daha doğmadan teslim bayrağını çekiyorlardı. Mutluluğu bulsalar bile, onun da dayanıksız olduğuna inanıyorlardı. Tıpkı bir şişe rakı gibi: açıyorsun, iki kadeh sonra bitiyor. Gerisi baş ağrısı, mide bulantısı.
Bir ara Hammurabi masaya eğildi, kendi kendine söylenir gibi: “Hepimiz henüz tam olarak ölmemiş olan ölüleriz… ve bu yürüyen ölüler ölürken bile birbirlerini daha çabuk öldürmenin yollarını arıyor.” İnsanın içini oyan bir cümle. Tuhaftı, ama gerçek. Mahalledeki kavga, televizyon ekranındaki savaş, bankadaki faiz. Hepimiz birbirimizi daha hızlı tüketmenin peşindeyiz.
Bukowski olsaydı masada, bardaktan kafayı kaldırmadan küfrederdi: “Hayat bir mezbaha, ama biz hâlâ menüyü tartışıyoruz.” Miller’ın öfkesiyle Bukowski’nin alayı birleştiğinde, ortaya çıplak hakikat çıkıyor. İnsan dediğin yaratık, biraz umut, biraz yalan, biraz da içkiyle kendini kandırmaya mahkûm.
Yengeç Dönencesi, bu kandırmacayı söken kitaplardan biri. O yüzden yasakladılar. O yüzden yıllarca susturdular. Çünkü kitap sana şunu söylüyor: “Senin hayatın sana ait değil. Senin yaşam biçimin, sana biçilen bir gömlek. Dar geliyor ama ses etmiyorsun. Yırtmaya kalksan, seni deli diye damgalıyorlar.”
Meyhane kalabalıklaştıkça, Miller’ın cümleleri duvarlarda yankılanıyordu sanki. Bir köşede kavga eden çift, başka bir köşede içkinin dibine vuran yalnız adam… Hepsi aynı hikâyenin parçalarıydı. Herkes bir mucize bekliyordu ama mucize diye gelen şey, bir sonraki sabahın ayılma sancısıydı.
Miller mutluluğun gerçek olduğunu ama dayanıksız olduğunu söylüyordu. Ben de şunu eklemek isterim: Mutluluk, kimsenin sana vermediği, senin de cebinde taşıyamadığın bir şeydir. Gelir, gider. Asıl mesele, o anı yakalayıp kadehine doldurabilmek. Çünkü başka türlüsü yok. Bekleme salonunda ömür tüketmektense, gürültülü bir meyhanede hakikati dillendirmek daha şerefli.
O gece Hammurabi’nin mekânında şunu anladım: Kitaplar yasaklansa da, insanlar susturulsa da, birileri o hakikati hep fısıldar. Miller Paris’te yazdı, Bukowski Los Angeles’ta içti, biz burada Kayaköy’de rakıya kattık. Ama hikâye aynı: Amerikan rüyası, Türk gerçeği, Fransız devrimi fark etmiyor. Hepimiz aynı çamurun içindeyiz.
Şimdi masada üç boş kadeh var. Birincisi Miller için, ikincisi Bukowski için, üçüncüsü de bizim için. Çünkü biz de biliyoruz ki, hayat dediğin şey başkaldırmadan yaşanmaz. Yasaklasalar da, sustursalar da, o başkaldırı bir gün bir yerde yeniden doğar.
Ve meyhanenin duvarına yazılası son cümle şu olsun: “Tuhaf gerçekten tuhaf, ama en gerçek olan da bu tuhaflıktır.”
Sevgiyle kalın, sağlıcakla kalın keyifli haftalar dilerim.