Demokrasi Masalı
Kayaköy’ün taş sokakları geceyi daha da ağırlaştırıyor. Eski Rum evlerinin duvarları, sanki yüz yıldır aynı cümleyi tekrar ediyor: “Gelen gider, ama çürüme kalır.” Hammurabi’nin barı yine dolu, yine duman, yine rakı kokusu. Masaların üzerinde ülkenin yorgunluğu, bardakların içinde insanların suskunluğu.
Masada Abidin vardı. Ağır ağır içiyordu. Bakışı, sanki darbelerden, krizlerden, yalanlardan süzülüp gelmiş gibiydi. Bir ara öfkeyle masaya vurdu:
— Yöneticilerin dansını izliyoruz yıllardır. Değişen sadece kıyafetler. Bir gün apolet, ertesi gün kravat. Ama hepsi aynı pisti çiğniyor: halkın sırtını.
Hammurabi kafasını salladı. Barın ışıkları sarı bir perdenin arkasında yanıyordu. İçeridekiler susuyordu, çünkü söylenecek sözler çoktan tükenmişti.
Abidin başladı saymaya: “Demokrasiymiş! Halkın iradesiymiş! Atina’da halk dediğin, Sokrates’i zehir içirerek öldürdü. Bizde seçmen denen kalabalık, aynı hatayı yüz kere tekrar etti. Hitler’i, Mussolini’yi, darbeleri, faşizmi… Hep ‘halkın seçimi’ diye yutturdular bize. Sanki kendi celladını seçmek özgürlükmüş gibi, neyse öfkelenmeyeceğim. Bu sıralar ses yükseltmeyi bırak konuşmak bile çok tehlikeli…O yüzden sakin sakin devam edelim. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla minvalinde devam… Ne de olsa etrafa alev saçan bir ejderha dolanıyor yanı başımızda demokrasi adında….
Bir an sustu, sonra rakısını kafasına dikti:
— Bizim Cumhuriyet de öyle işte. Kuruldu, umut oldu. Sonra siyasetçiler geldikçe çürüdü. Askerler darbe yaptıkça kan koktu. Her biri bir öncekinden beter. Biri “özgürlük” dedi, diğeri “düzen” Ama ikisi de aynı b** çukuruna düştü.
Hammurabi araya girdi:
— Askerler de siyasetçilerden farklı değildi. Pinochet diye bir herif vardı Şili’de. Düzeni sağlamak için geldi, memleketi mezarlığa çevirdi. Hukuku, adaleti, insanı unuttular. Hep kılıçla gelen, kılıçla gitti.
Abidin alaycı bir kahkaha patlattı:
— Bir de paranın kralları var. Plütokrasi dedikleri şu şey. Amerika’da parası olan yasa yapıyor, İtalya’da Berlusconi medyayı satın alıp başbakan oluyor. Bizde de holdingler, medya patronları, işadamları… Hepsi siyaseti satın alıyor. Yöneticiler onların kuklası oluyor.
Meyhane birden sessizleşti. Sanki dillendirilmemesi gereken bir hakikati yüksek sesle söylemişti. Bardağın dibinde kalan son damla rakıya bakarken Abidin fısıldadı:
— Aslında hepsi birbirinin aynısı. Siyasetçi, asker, zengin… Aynı oyunun farklı kostümleri. Bir sahne kapanıyor, öteki açılıyor. Ama perde arkasındaki çürümüşlük hiç değişmiyor. Biz de izliyoruz. Susarak, içerek, bekleyerek…
Ben de düşündüm. Gerçekten, bu lanet, insanlığın kaderi mi? Yoksa biz mi kabullendik? Belki de en büyük ihanet, onların iktidar hırsı değil; bizim sessizliğimiz.
Rakı şişesi boşaldığında cevabımız yoktu. Yalnızca şunu biliyorduk:
İktidar bir lağım. Kim girerse girsin, aynı pisliğe bulanıyor.
Ve bu pisliği temizleyecek bir su, bu dünyada yok.
---
Sevgiyle kalın,sağlıcakla kalın… Keyifli haftalar dilerim.