Hammurabi'nin Yeri'nde zaman, rakı kokusuyla yoğrulmuştu. Perşembe akşamıydı ve mekan, hayatlarını aynı kaderi tekrarlayarak geçirenlerle doluydu. Kapı çıngırağı her çaldığında Hammurabi, kimin geleceğini tahmin edebiliyordu.
Saat tam dokuzda Nermin girdi. Üzerinde her zaman olduğu gibi o bej renkli pardösü, elinde aynı siyah çanta. "Bir duble, soğuk," dedi. Sesindeki o ezik ton değişmemişti.
Hammurabi limon dilimlerken, "Yine aynı mı?" diye sordu.
Nermin başını salladı. "Aynı. Sabah yine geç kaldım, yine patron azarladı, yine akşam buradayım."
Bu ritüel üç yıldır sürüyordu. Nermin her akşam aynı saatte gelir, aynı köşede oturur, aynı sayıda rakı içerdi. Hayatı, bir kasetin sürekli geri sarılıp oynatılması gibiydi.
Saat dokuz buçukta kapı yeniden açıldı. Bu sefer Cemal girdi. Altmışlı yaşlarında, yüzü hayal kırıklıklarının haritası gibiydi. "Selam Hammurabi," dedi. "Biliyorsun."
Evet, Hammurabi biliyordu. Cemal her Perşembe gelir, iki duble içer, sonra gençliğinde yapmadığı şeylerden bahsederdi. "Keşke..." diye başlayan cümleler kurardı. Bu "keşke"ler o kadar çoktu ki, artık kimse dinlemiyordu.
Hammurabi, Cemal'in rakısını hazırlarken düşündü: İnsanlar neden kendilerini bu kadar kolay hapsediyorlardı? Nermin her geldiğinde, "Bu hafta spor salonuna yazılacağım," derdi ama hiç yazılmazdı. Cemal, "Artık yeni bir iş arayacağım," diye söz verirdi ama aynı işte otuz yıldır çalışıyordu.
Saat ona doğru mekan dolmaya başladı. Herkesin bir rutini vardı. Ali her zaman tek başına gelir, köşede oturur ve kimseyle konuşmazdı. Ayşe her seferinde aynı hikayeyi anlatırdı: Kocasının onu nasıl aldattığını, ama hiç ayrılamadığını.
O gece farklı bir şey oldu. Saat on bire doğru, kapı aniden açıldı ve içeri yağmurdan sırılsıklam olmuş bir adam girdi. Otuzlu yaşlarında, gözlerinde tuhaf bir parıltı vardı.
"Bir çay," dedi. Ses tonu farklıydı.
Hammurabi çayı hazırlarken, adam etrafa bakındı. "Burası nasıl bir yer?" diye sordu.
"Alışkanlıkların mezarlığı," diye yanıtladı Hammurabi. "İnsanlar gelir, aynı hikayeleri anlatır, aynı hataları yineler."
Adam gülümsedi. "Ben yeni taşındım bu semte. Adım Deniz."
Hammurabi onu süzdü. "Ne iş yapıyorsun?"
"Kütüphaneciyim. Aslında, eskiden kütüphaneciydim. Dün istifa ettim."
Bu, Hammurabi'nin mekanında duyduğu en sıra dışı şeydi. Kimse işini bırakmazdı. Sadece şikayet ederlerdi.
Nermin, Deniz'e baktı. "Neden?" diye sordu.
"Çünkü on yıldır aynı sandalyede oturuyordum. Aynı kitapları raflara yerleştiriyordum. Bir sabah uyandım ve kendimi bir robot gibi hissettim."
Cemal, "Ama iş güvenceydi," dedi.
"Güvenceli bir mezardı," diye karşılık verdi Deniz. "İnsan alışkanlıklarının toplamıdır. Ben de toplamımı değiştirmek istedim."
O gece, Hammurabi'nin Yeri'nde ilk kez farklı konuşmalar yapıldı. Deniz, dünyayı gezme hayallerinden bahsetti. Nermin, aslında resim yapmayı sevdiğini itiraf etti. Cemal, gençliğinde yazar olmak istediğini söyledi.
Saat gece yarısına yaklaşırken, Deniz kalktı. "Yarın sabah otostopla güneye gidiyorum," dedi. "Hep yapmak istediğim bir şeydi."
Kapıdan çıkarken, Nermin ona, "Bizi de götür," diye şaka yollu seslendi.
Ama Deniz ciddiydi: "Hayatınızı değiştirmek için kimsenin sizi kurtarmasını beklemeyin."
Ertesi Perşembe, her şey eskisi gibiydi. Nermin aynı saatte geldi, aynı köşeye oturdu. Cemal yine "keşke"lerinden bahsetti. Ama o gece herkes bir saat erken dağıldı.
Hammurabi, mekanı temizlerken düşündü: Belki de değişim, bir anda olan bir şey değildi. Belki sadece bir tohumdu ve Deniz, o tohumu onların zihinlerine ekmek için gelmişti.
O gece defterine şunu yazdı: "En tehlikeli alışkanlık, alışkanlıklarımıza boyun eğmektir. Ve en büyük cesaret, bir Perşembe akşamı kalkıp gitmektir."
Yüce Milletimizin Ulu Önderi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü rahmet ve minnetle yad ediyorum. Ruhun şad olsun atam.
Sevgiyle kalın,sağlıcakla kalın, keyifli haftalar dilerim…